Radikal’in Eylül’deki başyazılarından birisi Asperger Ülkesi başlığını taşıyordu. İsmet Berkan’ın bu yazısında, yazarın seyrettiği bir filmdeki Asperger sendromlu kişiden etkilenip, Türkiye’de insanların bildik toplumsal garipliklerine baktığında adeta her yerde Asperger sendromu görmesi üzerine, oturup tanının doğru olmayan kullanımına işaret eden bir mektup yazdım. Hemen ardından, Asperger sendromu ya da otizm tanılı çocukların ve gençlerin ailelerinden benim bu konuda bir şey söylemem gerektiğini belirten mesajlar gelmeye başladı.
Bir başka yazıda, psikiyatr ve psikologların tanı kategorilerini ve mesleki becerilerini rasgele kullanmama sorumluluğunun öneminden bahsetmiştim. Şimdi, aynı sorumluluğun, toplumu etkileme endeksi yüksek kişiler için de geçerli olduğunu öne sürüyorum. Bu vesileyle, Asperger sendromuna ve ilişkilerden sosyal ve duygusal anlam çıkartma becerimize de değinmiş olacağım.
Asperger sendromu, bütün tanılar gibi, bir kişinin yaşamakta (bazen de yaşatmakta) olduğu zorluklara bir açıklama ve bir çözüm getirmek amacıyla geliştirilmiş bir klinik kavramdır. Bu sebeple şizofreni, mani vs. gibi bir çok başka klinik kavram için olduğu gibi, metaforik kullanımı, yazarlara cazip gelse de, ikircikli bir konudur.
Radikal’deki yazıda, Asperger sendromunun metaforik kullanımı sırasında, benim gözüme çarpan bir husus, toplumsal bir sürü çarpıklığın ya da bireylerin yetersizlikleri ya da kusurlarının, yazarın bu tanıyı kullanmasıyla mazur görülebilmesi olasılığı.
Belki doğru olan, bir çok bireye ya da topluma özgü abuk subukluğu gördüğümüzde, anlayışla karşılamamız, bir hastalığa gösterdiğimiz sevecen ya da en azından nötr yaklaşımı göstermemiz. Herkesin bir hikâyesi olduğundan hareketle, bunu tartışabilmek isterdim. Konudan sapmayayım.
Aspergerize etmek. Fakat, toplumda yaygın olarak görülebilen tipte bazı davranış profillerinden bahsedip, bunları Aspergerize etmek, Asperger sendromuna (ve muzdariplerine) haksızlık etmek olur. Onlara göstereceğimiz destek ve anlayışı, buna gereksinimi olmayanlarda israf etmek de cabası.
Toplumsal etkileşim ve iletişim için gereken “şifre çözücü”lerimiz (espri anlamaktan tutun ses tonundan ya da surat ifadesinden bir anlam çıkartmaya kadar) için gereken beyinsel altyapının önemli bölümü beyinin sağ tarafına, daha doğrusu burada bulunan beyaz madde ağırlıklı sistemlerin iyi çalışmasına bağlıdır.
Bu altyapının sınırlarının içinde ailemizle ve arkadaşlar, öğretmenler, medya gibi toplumsal birimlerle etkileşerek/etkilenerek, sosyal, pragmatik becerilerimizi kazanırız. Birisine hal hatır sormaktan, sosyal gereklilikler sonucunda anlamlı biçimde lüzumsuz ve boş konuşabilmeye, gereksiz bulsak da bayram ziyaretlerine gitmeye kadar uzanan bu beceriler zincirinde kimimiz çok ustadır (“interpersonal intelligence”, “sosyal zeka” gibi pop kavramların kastettiği bu). Kalanlarımız ise değişken düzeylerde ustalık gösterir. Üstelik bu ustalıklarımız da içinde olduğumuz ruh haline bağlı olarak bazen daha parlak, bazen daha sönük olabilir.
Çok küçük bir kesim ise (Asperger sendromunun içinde olduğu otistik spektrum bozuklukları) bu konuda ustalaşmak ne kelime, herkesin otomatik, kendiliğinden öğrendiği bir çok beceriyi hemen hiç öğrenemez. İstemediği için değil… Başlangıçta (çocukken), başkalarında olup onda olmayan böyle bir beceri varlığının farkında bile değildir. Garipsenir, yadırganır. Neden olduğunu bilmeksizin. Eğer durum fark edilip de, süreci düzeltmeye yönelik bir müdahale yapılırsa, bu sosyal pragmatik becerileri, adeta bir ders ya da yabancı dil öğrenircesine öğrenebilir. Ama tıpkı yabancı dil öğrenmenin getirdiği acemiliklere benzer biçimde bir yapaylığı ya da eğretiliği, ilişki tarzında, çok dikkat ederseniz, hissedebilirsiniz.
Sistematik bilgiyi öğrenmek kolay. Diğer yandan, sistematik bilgiyi öğrenmekte çok usta olan bu kişiler (daha ziyade beynin sol tarafında yoğunlaşmış doku tiplerinin ve zihinsel işlemlerin desteklediği bir işlev), bu dersi o kadar iyi öğrenebilirler ki, “orijinalinden” ayırt edemeyebilirsiniz. İkinci dili olan İngilizce’de başyapıt veren, ya da eserlerinin tercümeleri asıl dildekinden daha anlamlı olabilen bir çok yazar gibi (bu onlara Asperger sendromu tanısı koydurmaz, tabii ki).
Sosyal ilişkiler sistematik ya da ansiklopedik bilgiyle açıklanamayacak kadar karmaşık, beklenmedik ve “fuzzy” olduklarından ötürü, Asperger sendromu ya da Otistik spektrum bozukluğu olan insanlar, formel/sentaksa dayalı dil becerileri gelişkin olsa da, sosyal etkileşim içinde, çok iyi bildikleri formülleri esnek uygulayamayınca, kendilerini çok zor duruma düşürücü davranabilirler. Bu da dışlanmayı ve stigmatizasyonu getirir.
Yazıda tanımlanan davranış özelliklerine, örneğin, espriden anlamamak, ya da o davranış sorunlarına kaynaklık eden mekanizmalara (iletişimin nüanslarına karşı hassas olmamak) Asperger sendromlu bireylerde sıkça rastlanabilir. Ancak, her bu tür belirti veren kişi Asperger sendromlu olmayacaktır.
Zira, içinde yaşadığımız dünyayı sistematikleştirebilme ve sistematikleştirilebilmiş bilgiyi kolayca öğrenebilme becerisi/yetisi hepimizde değişen ölçülerde varolan bir özellik. Tıpkı “boy” gibi...
Her şeyin fazlası iyi mi?
1.90 m boyunda olmak kişiyi cazip gösteren bir özellik sayılmakla birlikte, 2.15 m de “uzun”, ancak pek arzulanmayan düzeyde bir “fazlalık” sayılabilir. Asperger sendromu ve otistik spektrum bozukluğu gibi problemleri, boyun aşırıya kaçacak derecede uzaması gibi bir durum sayabiliriz (yine bir metafor). Diğer yandan, sistematikleştirme yanı kuvvetli olan bireyler, espri ya da başka sosyal kıvraklık gerektiren durumları “öğrenebilirler”, isterlerse...
Radikal’de İsmet Berkan’ın yazısında tanımlanan tipte davranışların önemli bölümü, Asperger sendromunda olduğu gibi genetik/yapısal bir kusurdan ziyade, Asperger’de yapısal olarak kusurlu olan sistemin, Asperger sendromunun genetik özelliklerini taşımayanlarda, gereken biçimde beslenmemesi ve iyi gelişememesi sonucu ortaya çıkabilir.
Asperger sendromunda “doğal” sebeplerden dolayı arızalı ya da zaten mevcut olmayan mekanizma, bireylerin çoğunda iyi gelişebilmek için uygun bir psikososyal ortamda (anne-baba, yuva eğitimi vs) “beslenme”ye gereksinim duyar. Yazıda tanımlanan davranışların önemli bölümünün, bir tür psikososyal beslenme bozukluğu sonucu gelişen, önlenebilir bir yetersizlik olarak görülmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bir hastalıktan ziyade, yetersiz psikososyal beslenme (ya da yetersiz psikososyal büyüme) diyebiliriz. Asperger sendromu ile tek ortak yan, her iki durumda da, aynı beyin mekanizmalarının, ama çok farklı düzeylerde, etkilenmiş olmasıdır. Bir kalp damarının yüzde 10 tıkalı olması ile yüzde 50 tıkalı olması arasındaki büyük ve hayati fark gibi...
O sebeple, tanımlanan davranışlara, Asperger sendromundan başka ve klinik anlam taşımayan bir ad (ya da adlar, çünkü çok farklı meseleler var) bulup yakıştırmanın uygun olacağını düşünüyorum.
Hiperrasyonel desek mi? Yazara mektubun bu noktasında, hiperrasyonel deyiminin denk düştüğünü söyledim. Hiperrasyonel demekle ne kastediyorum? Her şeyi bir kurala göre yapmaya meyilli, gerçeği çıplak gördüğü için gerçeğin bin bir giyinik halini canlandırmakta zorlanan; fazlasıyla rasyonel, daha doğrusu hiç tutarsızlık göstermeyecek şekilde rasyonel.
Kral çıplak, diyen (başka diyeceği bir şey olmadığı için) gerçeği yorumlamaksızın, bütün çıplaklığıyla aktaran. Gerçeğin o anda o kişi için kendisine gözüktüğünden başka bir anlam taşıyabileceğini aklına getirmeyen…
Bir bilgisayar programı ya da telesekreter kaydı kadar titizce ve programına sadık… Ama hayatın girebileceği başka bir biçim yokmuşçasına sabit bir biçimde, tek vitesli bir otomobil gibi ilerleyen…Bu duruma benim aklıma bile en az bir tane, hastalık ismi olmayan, uyduruk da olsa, teknik bir terim geliyorsa, neden gündelik bir duruma Asperger sendromu diyelim ki?
Yadırgadığımız ya da hoşumuza gitmeyen her duruma bir ruhsal bozukluk ya da nöropsikiyatrik tanı yakıştırmak, o durumu açıklayıcı olmuyor (entelektüel sakınca). O tanıyı alanlara haksızlık, istenmeyen davranışı gösterenlere mazeret oluyor.